Dünyanın En Saçma Yazısı


“Sonrası İyilik Güzellik”…

Mukayyet olacak kimse yok, sorun orada. O kadar yok ki, kendi el yazımı tanıyamıyorum. Tanıyamamak değil de, yazamamak. Yazamamak değil de, yazmaya yeltenmemek. Yeltenmemek değil de, elinin varmaması. Elinin varmaması değil de, zihnin içindeki çorbayı, “çırpanlarına” ayıramamak.

Çorba öyle tatsız ki, habire baharat ekliyorum; tuz-karabiber-kırmızı biber. Bir kaşık alıyorum; yok, olmamış. Tekrar tuz-karabiber-kırmızıbiber. Bir kaşık daha; yine olmamış. Böyle böyle, hazmedilemeyen çorbalar istilâ ediyor kafayı (kafayı evet). Baharatlara bağışıklık var, tamam ama galiba biraz şımardılar onlar da. Zaten şımarmasalar, bu kadar saçmalayamazdım. Onlara teşekkür mü borçluyum yoksa beddua mı, henüz bilmiyorum. Tek bildiğim; bilmemkaç ayda bir yazabildiğim her yazının kapkaranlık olması, can sıkıcı.

Ama düşünüyorum da, haddinden fazla ışıklandırılmış mekânları hiç sevmem ben ve yaldır yaldır ışığa boğulmuş bir yerde yazamam. (Ayrıca ben kim oluyorum da “yazıyorum” ki? O apayrı bir mevzu.) Kısır bir döngü bu. Karanlık karanlığı çekiyor. Kelimeler karanlıkta daha mutlularsa, saygı duymak gerekir

Kelimeler önemlidir çünkü.

Yorum bırakın